ђΣレレŦiяΣ † 666
   
 
  2

1994 Yılında Muğla Üniversitesi'nde Yaşanan Bir Olay

Ben de size başımdan geçen bir olayı anlatacağım. 1994 senesinde Muğla Üniversitesi'nde okuyordum ve üniversitenin bahçesindeki yurtta kalıyordum. Üniversite, şehirden 10 dakikalık bir mesafede, yüksekçe bir alana kurulmuştu. Kız ve erkek yurdu yanyana uzanıyordu. Kız yurdundan bir arkadaşım vardı.Gerçek ismini buraya yazmıyacağım. Kendisinden Sibel diye bahsedeceğim. Yurta sürekli garip olaylar oluyor. Geceleyin derinden gelen tefli çalgı sesleri duyuluyor; ama nereden geldiği anlaşılamıyırdu. Sürekli kafayı yiyenler çıkıyordu. Odalar, 6 kişilikti.Sibel'in oda arkadaşı her gece uykusundan, "Geldiler, geldiler!" diye çığlıklar atarak uyanıyordu. Rüyasında insana benzeyen ama bacakları keçi bacağı gibi olan kişilerin onu uyandırdığını söylüyordu. Kız, artık uyku uyuyamıyordu. Altı -yedi gündür uyumamıştı. Ne zaman göz kapaklarını indirse, o adamlar onu kolundan tutup karanlık bir çimenliğe doğru çekiyorlardı. Müzik sesleri, en çok Sibellerin odasından duyuluyordu. Tam da sabah ezanı zamanı. Günün ilk ışıklarla aydınlanmaya başladığı alaca karanlıkla da kayboluyordu. Çarşamba akşamı saat 23:00 civarında, Sibel'in arkadaşı, "Geldiler!" diye çığlık atarak yurdun üçüncü katından aşağı atladı ve öldü. Bu olay Hürriyet Gazetesi'nde yurtta intihar diye de çıkmıştı. Bunu üniversitenin büyük bir kısmı ve ben gördüm; çünkü ikinci öğretimler o saate dersten çıkıp durağa doğru yurtların önünden yürüyordu. Bu olay arkadaşımı çok sarstı. Uzun süre kendisine gelemedi. Yurtta cuma günleri banyo gününür. Saat 22'de başlar ve 23'te su soğuduğu için kendiliğinden biter. Sibel, saat 23'te banyoya gitmiş. Uzun bir koridor gibi ve sağlı sollu duş bölmeleri var. Yalnız kapısı yok, girişler perdeli. Sibel de benim gibi ikinci öğretim. Su bitmesin diye hemen yurda geliyor. Odaya gidiyor kimse yok. Hemen malzemelerini alıp banyoyo gidiyor. Banyoda 3 kabin dolu. 8 sağda 8 solda toplam 16 kabin var. Sibel de birine giriiyor ve duş alıyor. Su ılımış bile. Hızlıca banyo yapıyor. Yavaş yavaş, diğer kabinlerden gelen su sesleri kesiliyor. Su, buz gibi oluyor. Sibel, havluya sarılıp çıkıyor. Son kabinden hala su sesi geliyor; ama su buz gibi olduğu için Sibel, herhalde açık unutulmuştur diye kabine gidiyor ve perdeyi açıyor. Şok oluyor; çünkü belden aşağısı keçi bacaklı olan bir kız yıkanıyor. Sibel, "İmdat!" diye bağırarak odasına koşuyor. Odada diğer bir arkadaşı banyodan yeni çıkmış kurulanıyor. Olanları ona anlatıyor kız arkadaşı anlamsızca gülmeye başlıyor ve "Böyle mi?" diyerek birden havlusunu açıyor. Sibel, dona kalıyor; çünkü onun da bacakları keçi bacağı gibi!.. Çığlıklar atarak televizyon odasına kuşuyor. Diğer kızlar, onu sakinleştirmeye çalışıp odasına ve banyoya bakıyorlar; ama kimse yok. Daha sonra Sibel'in oda arkadaşı, diğer arkadaşlarıyla birlikte sinemadan geliyor. Son iki derse girmeyip sinemaya gitmişler ve daha yeni gelmişler. Kız arkadaşım, bundan sonra okulu bıraktı ve memleketi olan Manisa'ya giti.

Cin Düğünü

Merhabalar, ben Murat. 17 yaşındayım ve büyük dedemin başından geçen ilginç bir olayı anlatmak istiyorum. Dedem, köyde yaşayan bir insan olduğundan mısır unu yapmak için değirmene gitmiş. Fakat sırayla yapıldığı için dedem en sona kalmış ve gece değirmene gitmiş. Sabah 4 civarlarında, mısırı öğütüp eve dönmek icin yola koyulmuş.Ama yolculuğu sırasında yolda bir düğüne rastlamış. "Bu saatte düğün olur mu!" diye düşünmüş ve korkmaya baslamış. Bir süre sonra içlerinden biri, dedemin kolundan tutarak halayın içine almış. Oynamaya başlamışlar. Çuval da sırtında bu arada... Bir fırsat bulup dedem adamların ayaklarına bakmayı başarmış ve ayaklarının ters olduğunu fark etmiş. Korku içinde, çaresizce oynamaya devam etmiş. Bu arada aralarından bir kişi, dügün topluluğunun içine gelip ''Kara horoz ötmeye başladı." demiş. Sonra, hepsi dağılmaya başlamış. Dedem de sırtında yükün ağırlığı ve korkunun etkisiyle yere yığılmış. Sabah oldugunda kalkmış ve koşa koşa evinin yolunu tutmuş. Eve geldiğinde, olanları teker teker anlatmış. 3 gün boyunca yataktan kalkamamış.

Cin Efsanesi

Bu efsane, 80'li yıllarda dilden dile dolaşıyordu. Gazi Kız Öğrenci Yurdu'nda bir grup kız, eğlence olsun diye cin çağırmaya karar vermiş. Bir odaya toplanıp başlamışlar seansa. Cin çağırmadaki en önemli husus da, cini geri göndermekmiş. Kızlarımız cini çağırıp bi güzel eğlenmişler. Hatta dalga falan bile geçmişler, gülmekten yerlere yuvarlananlar olmuş. İşleri bitince cini göndermek istemişler; ama cin gitmiyomuş. Saatlerce uğraşmışlar. Sonunda cin gitmiş. En azından öyle sanmışlar. Gece yarısından sonra ise katlardan tuhaf tuhaf gürültüler gelmeye başlamış. O aralarda da bir sapık hadisesi yaşanmışmış yurtta. Cin olayını bilmeyen diğer kızlar, korku içinde gürültüleri yurt idaresine haber vermiş. Yine sapık geldi sanılmış ve yurt didik didik aranmış; ama bi'şey bulunamamış. Herkes, tekrar odasına çekilmiş. Ancak o tuhaf gürültüler, hala devam ediyomuş. Bu kez, polis çağırılmış. Bütün kızlar dışarı çıkarılıp bir de polis didik didik etmiş yurdu. Ama yine nafile. Hiiiç bi'şey bulunamamış. Bu esrarengiz gürültüler durmuyomuş. Cin çağıran kızlar, olayı kendi aralarında konuşurlarken birisi, "Yaa, yoksa bizim cin mi gitmedi mi, o çıkarıyor olmasın bu gürültüleri?" demiş. Aynı cini tekrar çağırmaya karar vermişler. Evet, gerçekten de önceki cin kendisiyle alay edildiği için gitmemiş ve cini kim çağırdıysa ancak o ikna edip gönderebilirmiş. Cini çağıran grubun başındaki kız, panik olmuş. Çok da iyi bilmezmiş bu işleri. Ertesi gün, bilenlerden cinlerle ilgili bi'şeyler öğrenerek cini göndermeye çalışmış. Ama o gürültüler durmamış. Cinin gidip gitmediği tam anlaşılamamış. Ancak o günlerde Gazi Yurdu'nun üst katlarından atlayarak intihar eden kızın, işte bu kız olduğu söyleniyormuş.

Cinle Tavla

Üniversiteye giden bir genç kız varmış. Birgün okuldan çıkışta arkadaşları, "Ruh çağıralım, cin çağıralım." demişler ve kızı ikna etmişler. Kızımız, burada arkadaşlarının şakasına kurban gideceğini düşünmektedir.

Klasik, bildiğimiz gibi fincana parmaklarını koyuyor 6-8 kişi ve "Ey ruh, geldiysen 3 defa vur." ile başlıyorlar. Gerçekten 3 defa vuruyor. Kız, inanmıyor halen. Sonra, "Buraya gelirsen sana sorular sorabilir miyiz?" falan diyip ikna edip odaya getiriyorlar. Herkes, onla korka korka konuşuyor. Sıra kıza geliyor. "Sen bana birşey sormayacak mısın?" diyor. "Ben, bunların baştan beri oyun olduğunu biliyorum ve gerçekte de öyle birşey yoktur." diyor kızımız. "İyi, senle karşılaşacağız." dedikten sonra merasim bitiyor ve herkes, o akşam dağılıyor. Akşam 11'de çıkıyorlar. Kız, halasının evine gittiğinde saat 12 oluyor. Halası, ona yemek hazırlıyor. Yemekten sonra da halasını da onu da uyku tutmuyor ve gece 3 'e kadar tavla oynuyorlar. Sabah 11'de kız uyanıp telefonunu açıyor kız. Babası, 10 dakika sonra arıyor. "Kızım bütün gece nerdesin sen?" "Baba, halamla akşam geç saatlere kadar oturduk." "Kızım, yalan söyleme! Dün akşam saat 11'de halan hastalandı. Onu geldik aldık. Gece 3'te halan vefat etti..." Kız, tabii gece kiminle tavla oynadığını , "Yeniden görüşüceğiz." diyen kişiye ait olduğunu anlıyor...

Çoban

Büyükbabam köyde oturduğu için, köyde her zaman olan şey ahır veya ağıldır. Bunları da otlatmak için bir çobana ihtiyaç vardır. Birgün, büyükbabam bir çoban almış yanına. Çoban da kamburmuş. "Sen, bu işi yapamazsın." "Yaparım." der demez büyükbabam bunu yanına almış. Büyükbabam, bunu işe aldığının 7. gününde, bu çoban rüyasında aynen şimdi anlatacaklarını görmüş.. 7 tane cin, bizim evin tam ortasında "Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..." diye kendi kendilerine oynuyorlarmış.Bizim çoban da, onlarla beraber oyuna katılıp "Çarşambadır çarşamba." diye oynamış. Cinlerin arasından birisi, demiş ki: "Bu, bizim sözümüzü dinliyor. Buna bir iyilik yapalım." demiş. Diğer cinler de "Tamam." der demez cinlerden biri, bu çobanın kamburunu düzeltmiş. Düzeltir düzeltmez, çoban uykudan kan-ter içerinde kalkıyor ve bir de bakıyor ki kamburu yok. Çok seviniyor tabii garibanım... Kamburu yok oldu ya, bunu anlatıyor işte büyükbabama. Ertesi gece, bu çoban tekrar yatağına yatıyor. Aynı rüyayı tekrar görüyor. Fakat bu sefer cinler, o günün perşembe olmasına rağmen yine,"Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..."  oynuyorlarmış. Çoban, yine girmiş aralarına ve aynen şöyle demiş: "Tamam, dün çarşambaydı ama bugün perşembe. Hadi, perşembe diye oynayalım." Cinler, hiç oralı bile olmadan, "Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..." diye oynamaya devam etmişler. Çoban iyice ısrar edince böyle yapalım diye, cinlerden biri aniden adamın yanına gelmiş ve,"Demek sen bizim dediğimizi demezsin ha! Al sana bir mahluk!"  deyip tekrar eski haline, yani kambur haline getirmiş. Tabii sabah kalktığında da aynı eski haline dönmüş.

Evliyanın Yumruğu Sert Olur

Başımdan geçen ilginç olayı sizlerle paylaşmak istedim. 6 sene önce,  askeriyede çalışıyordum. Bir akşam göreve gittik. Görev yerim, Bingöl -Sütlüce Köyü yakınında bir tepe. Ben, her zamanki gibi öncüydüm. Araçlardan indik. Ben önden, yaklaşık 4 saat yürüdük. Ortalık bayağı kararmıştı. Bölük komutanımıza sorduğumuzda bize bir açıklama yapmıyordu. Neyse, vara vara bir tepeye vardık. Ben giderken bir duvar yakınından geçtiğimi iyi hatırlıyorum. Neyse, biraz oturup mevzilerimizi yaptık. Daha sonra her mevziye 2 kişi gelecek şekilde girdik. Sayımız az olduğu için diğer arkadaşlarımı zor görüyordum. Aralar bayağı açıktı. Gece saat 1-3 nöbeti geldiğinde, arkadaşim beni uyandırdı. Ben de kalktım, nöbet yerine gittim. Nöbet yeri de mevzinin yaklaşık 7 metre falan uzagındaydı. Dedim kendi kendime, "Bir tuvalet ihtiyacını göreyim." Neyse, onu hallettim geri geldim. Hava da esiyor diye kafamı taşın arkasına biraz eğdim. Sen misin başını eğen! Bana bir  taş mı yoksa yumruk mu, ne olduğunu anlayamadiığım sert bir sey, fena vurdu. Bir sıçradım, arkama bir baktım kimse yok. Gece görüşle diğer arkadaşlara bakıyorum, onlar uyuyor. Tek tek, herkese sordum; kimse birşey bilmiyor. Kaş yarık, surat kan içinde, bölük komutanına olayı anlattım. Bana neler yaptığımı sordu. Ona sadece küçük tuvalet yaptığımı, sonra da nöbet yerine döndüğümü anlattım. Bana, "Nereye?" dedi. Ben de gösterdim. Bana bir güldü. "Sabah, anlarsın" dedi. Sabah oldu, bir de ne göreyim: Önümüzde kocaman bir Yatır! Eski ismi tekke denilen, eski evliya mezarı gibi birşey. Meğer, her sene insanlar oraya adak kesmek için gelirmiş. Biz de emniyet için gitmişiz. Tabii bu arada benim kaş, oldu yumruk gibi şiş. Anladım ki dünya boş değil.

Falcı

1999 yazında gerçekleşmişti. Ben, bu tarihte Erdek'te bir otelin barında çalışıyordum. Bu nedenle geceleri geç yattığım için öğlen kalkıyordum. Yine böyle gece, geç saatlere kadar çalıştığım bir günün ertesi, öğlen saat 4 gibi kalktım ve her zaman yemek yediğim yer olan otelin karşısındaki büfeye gittim. Orada otelin güvenliklerinden biriyle karşılaştım ve beraberce bir masaya oturduk. Yemeğimizi yerken yanımıza benim arkamdan biri yanaştı ve aynen şu cümleyi söyledi: "Falına bakmamı ister misin?" Ben, bu lafın bana söylenmediğini düşünerek tostumu yemeğe devam ederken sesinden kadın olduğunu anladığım o şahıs aynı soruyu tekrarladı: "Falına bakmamı ister misin?" Bunun üzerine dayanamayıp arkamı döndüm. Ben de herkes gibi, döndüğümde o tipik falcı kılığındaki birini göreceğimi sandığımdan hızlı ve sinirli bir dönüş yaptım -ki bunun bir diğer nedeni o güne kadar fala inanmıyor olmamdı-. Kadınla göz göze geldik ve kadın az önce sorduğu soruyu benim ona herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden yineledi: "Falına bakmamı ister misin?" Ben de üzerimde neden olduğunu bilmediğim o bir anlık şaşkınlığı atarak hızlı bir şekilde, “Hayır!” diyerek arkamı döndüm. Bunun üzerine yanımdaki güvenlik arkadaşımın kadına, "Benim falıma bak." dediğini duydum. “Duydum...” diyorum; çünkü o 3-5 saniye arası, sanki yaşanmamış gibi geliyordu. Arkadaşım, kolumu tutarak benim de baktırmamı, parasını kendisinin vereceğini söyledi. Ben de gayri ihtiyari, sanki bunu yapınca rahatlayacakmışım gibi kafamı olur anlamında salladım. İşte tam bu sırada falcı kadın, arkadaşıma onun falına bakmayacağını söyledi ve benim yanıma gelerek sanki bir “Rıdvan” (cennetin bekçisi) gibi tepemde dikildi. Bunun üzerine ben de ne istediğini, istediğinin para mı olduğunu sordum. Falcı kadın, aynen şunları söyledi: "Falına bakıcağım!"  Ben de sanki bu bir oyunmuşçasına, "Niye?" dedim. Kadın, buz gibi donuk sesiyle, “Çünkü az önce istediğini söyledin." dedi. Az önce kaynağını bilmediğim, o irkilme sebebim gibi görünen kadın, bana bir anda çekici gelmeye başladı. Aklımdan "Neden olmasın ki, ne kaybedersin ki zaten." denen o en tehlikeli düşünce geçti. Falcı kadına, “Tamam.” dedim. Kadın, hiç duraksamadan yanıma oturdu ve kafasını yere doğru eğerek bana sağ elimi uzatmamı söyledi. Ben de biraz yaramazlık olsun diye aklımdan sol elimi uzatmak geçiyordu ki, falcı kadının ağzından beynimdeki tüm kanı donduran şu sözler döküldü. “Sakın ha, yanlış elini uzatmak gibi haylazca bir şey yapma!” İşte o an kendimi felç olmuş gibi hissettim. Oradan gitmek istiyordum; ama mümkün değildi. Ayaklarım, sanki yere mıhlanmış gibiydi. Ben, bu korkuyla karışık durumda sağ elimi kadına uzattım. Kadın, parmaklarımın arasına bir bezden sıktığı sıvıyı sürdü ve sağ elimi sol elimle kapattı. Sonra sanki bana acırmışçasına baktı. Ardından elimi açtı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bir an sustu ve bana kelimelerine hiç aralık vermeden şunları söyledi: “Bir kağıt alacaksın ve bu seni büyük bir topluluğun içine sokacak. 3 gün içerisinde çok sevdiğin iki insanı kaybedeceksin. Şu an sıkıntıların var; ama yarın bunların hepsi sona erecek. Annen, çok uzaklardan bir haber alacak." Ve en son söylediği söz ise şuydu: "2 abinden büyük olanı, küçük olanından daha uzak bir yere gidip sizden ayrılacak." Olayın hikaye kısmını geçerek size o hafta olan olaylardan bahsedeyim. 2 gün sonra üniversite sınav sonuç kağıdım geldi ve ben artık bir kalabalığın içinde olmaya hak kazanmıştım. Bundan bir gün sonra, kuzenimin intihar ettiği haberini aldık ve aynı gün dayım, kalp krizinden öldü. Ortanca abim, aniden askere gitmeye karar verdi ve diğer abim de üniversite için Avusturalya'ya gitti. Ben, bu olayın üzerinden yaklaşık 3 yada 4 ay sonra tesadüfen tekrar Erdek'e gittim. Aklıma bu kadın geldi ve aramaya karar verdim. Ancak tüm aramalarım boşa çıkmıştı ki, son bir kez uğradığım benzin istasyonundakilere sorarken birisi bana, o kadını tanıdığını ancak o kadının yaklaşık 3 sene önce öldüğünü söyledi. Benim o anki halini tarif edemiyeceğim için bu tarifi size bırakıyorum. Daha sonra adama olayı anlattım.Adamın bana inanmamış olduğunu anlasam da, kadının yaşadığı yeri bilip bilmediğini sordum. Bana kadının evini tarif edebileceğini söyledi. Ben, tarif doğrultusunda eve gittim. Ancak gittiğim yer, bir ev değil harabeydi. Yanmış, yıkık dökük içinde, şarap içenlerin olduğu yıkıntı bir yerdi. Ben, evin içine girdim, biraz dolaştım. İçerde şarap içen insanlara böyle birini görüp görmediklerini sordum. Kimse görmediğini söyledi. Ben de ümidimi kesmiş evden tam ayrılacağım sırada, az önce çıktığım merdivenlerin üstünde kadının benim elimin üstüne sıktığı bezi gördüm. Diyeceksiniz ki aynı bez olduğunu nerden biliyorsun. Çünkü o günden sonra, sağ elimdeki koku hiç çıkmadı!

Garip Yılbaşı

2003 yılının yılbaşı gecesiydi. Gayet soğuk bir havada eve doğru gidiyordum. Markete uğradım. İçki, çerez, sigara aldım. Yolda yürümeye başladım. Yola şöyle bir baktım, son derece ıssız ve sessiz oldugunu gördüm. O anda bir şeyler olacağını sanki anlamıştım. Yolun iki yanı agaçlarla çevriliydi. Son hızla yolda yürümeye basladım. Karımın işyerinden arkadaşları, ailesiyle yılbaşı kutlaması yapacaktık. O insanları sevmiyordum. Zorla ayaklarım beni eve götürüyordu. Misafirlere katlanmamın tek sebebi, yılbaşını mutlu bir şekilde geçirmek istememdi. Yolda hızlı bir şekilde ilerlemekteydim. Yol, çok karanlıktı. Ansızın silah patlaması gibi bir ses geldi. Yukarıya baktım. Parlak bir ışık, sanki her saniye büyüyerek üzerime geliyordu. Ben de giderek küçülüyordum sanki. Ve o ışık bir an söndü. Kurtuldum diye rahatladım, koştum eve doğru. Bir de ne göreyim: Saat, sabaha karşı 5 olmuş. Hanım, beni kapıda karşıladı. Kan-ter içindeydim. sanki kıtalar arası koşmuş gibiydim. Hanım, cilveli bir sekilde, "Nerdeydin,sabaha kadar bekledim. Çok meraklandım." dedi... Bu olay, bir süredir kafamı karıştırıyor. Size yazayım dedim.

Gece Gelen

74'e 4 askerliğimi Kıbrıs'ta yaptim. Askerliğimin bitimine 5 ay ya vardı ya yoktu. Saat 24 devriye nöbetim vardı. Tamer Onbaşı'yla nöbet yerlerini gezerken, bakım çadırının ordan alarm verildi. İki nobetçi de son gaz tabur binasına koşuyordu. Ani müdahele mangası, biz ve nöbetçi komutanlar da hemen olay yerinde bittik. İlk başta Rumlar sızma yapti zannettik, çünkü tam sınırdaydik. Fakat hçc birsey yoktu ortada. Askerler cağrıldı. İkisi de çadırda uyuduklarini itiraf ettiler; ama uyandirilis sekilleri ilginçti. Çadırın taşlandığını, dışarı çıktıklarında da taşların hala arkalarından atıldığını ve 100 metre koştuktan sonra önlerine bir kadın yerde bagdas kurmuş, feryatlar içinde, "Yavrum, yavrum..." diye bağırdığını ifadelerinde söylediler. Daha sonra duyduklarım, daha da urperticiydi. Bunun ilk defa olmadığını, nöbet esnasında uyuyanların birçok kez bu şekilde uyandırıldıklarını çok komutandan duyduk...

Kahverengi Pijamalı Adam

Bunu bana teyzem kendi anlatmıştı.Dedem öldükten (daha doğrusu gömüldükten) sonra, teyzemler komşularıyla ona Kur'an okuyorlarmış.  Bu arada bir komşusu, dua ederken karşı koltuğa bakıyormuş. Teyzem de bir yandan dua okuyup, bir yandan etrafına bakıyormuş. Teyzemin komşusu, dua ederken birden donakalmış. Kadın, koltukta geri geri gidiyormuş ve bembeyaz kesilmiş. Teyzem, duayı bitirdikten sonra kadının yanına gidip ne olduğunu sormuş; fakat kadın konuşamıyormuş. Teyzem, kadını dürttüğü anda kadın duayı bitirmiş. "Amin." deyip yüzünü sıvazlamış ve hemen ağlamaya başlamış. Teyzem, kadına "Niye ağlıyorsun?" dediğinde kadın, şok edici cevabı vermiş: ''Koltukta kahverengi pijamalı bir adam oturyordu, o da dua ediyordu. Adam, duayı bitirip kafasını kaldırınca baban olduğunu anladım.'' demiş. Kadın, devam etmiş: ''Kafasını kaldırdığında gülümsüyordu. Sonra bir anda kayboldu.'' Dedem, hastanede diyalize bağlı yaşıyordu ve son sözü ''Diyaliz.'' oldu. Hastanedeyken sürekli kahverengi pijama giyerdi. Teyzemin komşusu ise, dedemin ziyaretine hiç gitmemişti.  

Mezar Ziyareti

Bundan bir yada iki ay önceydi. Mersin'de oturduğumuz için Mersin`in yerlileri olarak yaz geldi mi yaylaya gideriz ki serin havalarda rahat olalım diye. Bu yaz, yine yaylaya gitmiştik. Bizim ev, Namrun(Çamlıyayla)'da ve en guzel yerinde. Yalnız tek kötü yanı, evin yanında bir mezarlık vardı ve bazı geceler, mezarlığa bazı insanlar gelirdi. Olaylar şöyle başlamış: Bundan yıllar önce, bir araba dolusu genç, sürat denemeleri yaparken önlerine bir-iki çocuk çıkmış. E, bunlara çarpmışlar. Fakat ani manevra yaptıkları için, hem çocuklar ölmüs, bunlar da yol dışına çıkıp bir ağaca çarpmışlar. Bu gençler, birer yıl arayla ölmüşler. Her yıl, her ay, kazanın gerçekleştiği gün ve saat vakti gelince, mezarlığa gelirlermiş. Bunları bana köyün imamı anlattı. Yine bir gece, onları izliyordum ve birinin bana baktığını hissettim. Perdeyi hemen kapadım ve yatmak icin karımın yanına gittim. Ertesi gün, arabamın camının kırık olduğunu gördüm. Ama hiç bir yerde, cam parçası yoktu. Ertesi gece, yine izledim ve bu sefer iki tanesi bana bakıyordu. Çok korkmuştum . Ölenlerin ruhları için Fatiha okudum, dua ettim olmadı. Sabah kalktığımda, arabamın üstünde bir hırka buldum. Bu, o gün kazada ölen cocuklardan birine aitmiş. Aradan bir kaç gün geçti ve mezarlığa gittim. Mezarlarının üzerinde iki tane kutu vardı. Birinin üstünde benim arabanın kırılmış camları, birisinde ise benim saçlarım. Bu olayı hocaya anlattım. "Oğlum, sen büyük günah işlemişsin. Bu yaptığına kızmış olacaklar' dedi. Eve gittigimde, gördüklerim beni dehşete düşürdü. Arabamın el freni çekilmis ve mezarların üzerine itilmişti. Kapıların kilitli olduğundan adım gibi emindim. Anahtarlar cebimdeydi ve camları yaptırmıştım. Arabamsa, o iki çocuuun mezarlarının üstünde duruyordu. O günden sonra, bir daha ailemle oraya gitmedim

Mezardan Gelen Ses

Bir aile; anne, baba, bir kız ve erkek, bunlar evlerinin yanması sonucu ölmüşler. Hepsini aile olarak yan yana gömmüşler. Fakat her geceyarısı, mezarlıktan ilginç sesler geliyormuş. Bu, orada yaşayan birçok kişi tarafından duyulmuş, Sonra içlerinden bir tanesi, o seslerin nerden geldiğini anlamak için geceyarısı mezarlığa gitmiş. Yine başlamış sesler. Sanki kavga sesleri gibiymiş. Adam, seslerin geldiği yöne gitmiş ve sesler, o ailenin mezarından geliyormuş.Sonra mezarı kazıp bakmaya karar vermiş. Halk, mezarı açtıklarında çok ilginç bir manzarayla karşılaşmışlar. Annenin olması gereken yerde kız, erkek çocuğun olması gereken yerde de baba yatıyormuş. Herkes şaşırmış. Bunları yine eski yerlerine koymuşlar ve mezarı kapatmışlar. Fakat kavga sesleri, bitmek bilmiyormuş. Tekrar açıp bakmışlar, yine aynıymış manzara bu kez Düzeltmemeye karar vermişler. Sadece mezar taşlarının yerlerini değiştirmişler. O günden sonra, bir daha hiç ses gelmemiş.Oradaki halka göre o sesler, o ailenin yaptığı yer kavgasının sesleriymiş...

Mezarlıktaki Gelin

Bir akraba düüününden dönen Kemal ve arkadaşı Recep, 20 Kasım akşamı, yaklaşık 00.30 sularında, şehir mezarlığından otomobille geçiyorlardı. Her iki tarafı mezarlık olan, dar bir yoldu geçtikleri. Aniden soldaki duvarın üstünden, arabanın önüne beyaz bir şey atladı. İki arkadaş, bunun beyaz bir köpek olabilecegini düşündü. Ancak normal şartlarda ona çarpmaları gerektiği halde, her ikisi de çarpma sesi duymamış ve çok şaşırmşlardı. Arabayı durdurup arkalarına baktılar ama hiçbir şey görmediler. Her ikisi de, garip bir şeyler olduğunu fark etmişlerdi. Mezarlıktan çıkmalarına çok az kalmıştı ki, aracı kullanan Recep, bir çığlık attı. Dikiz aynasından bakıyordu. Bunun üzerine arkaya dönüp bakan Kemal, arka koltukta oturan gelinlik giymis bir kadın gördü. Kadın, sessizce iki arkadaşı izlemekteydi. Büyük bir korkuya ve telaşa kapılan arkadaşlar, mezarlıktan nasıl çıktıklarını ve arabadan nasıl indiklerini hala hatırlamıyorlar. Ön cama yapışmış bir şekilde arabayı durdurdular; fakat kadın artık orada değildi. Bunun üzerine olayı araştırmaya başlayan Kemal, aynı gün ölen bir kadın olduğunu öğrendi. Kadın, yakın bir köyde yapılan düğününden dönerken, trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Ve öldüğünde üzerinde gelinliği vardı. Ölen kadının yakınlarını ziyaret eden Kemal, kadının aynı kadın olup olmadığını öğrenmek istedi. Gittiği evde kendisine bir fotoğrafı gösterildi. Fotoğraftaki kadın, o gece otomobilin arka koltuğunda gördügü kadındı. Ölen kadının yakınları da olaya şaşırdılar. Bir daha o mezarlıktan geçemeyen Kemal ve arkadaşi, olayı bir süre daha irdelemelerine rağmen, o gün ölen kadının neden onlara gözüktüğünü öğrenemediler

Misafir Cinler

Çok güzel birgündü. En sevdiğim arkadaşlarımı evime çağırmıştım. "Beraber çay içeriz, oturup dertleşiriz." diye düşünmüştüm. Beklemeye başladım. Tabii boş durmuyordum. Müzik dinliyor, günün keyfini çıkarıyordum. Olacaklardan habersizdim. Her zamanki gibi, fondaki müzik her ne kadar hareketli de olsa içimde birşeyler oluyordu. Gündüzdü ama karanlıklar hissediyordum. Kapı çalındığında korkmadım desem yalan olur. Gelenler onlardı: arkadaşlarım. "En sonunda geldiniz." deyip eve konuk ettim onları. Bir kenara oturdular. Gülüp eğleniriz diye gelmişlerdi; ama suskunlardı. Konuşturmak için çok çalıştım ama çabalarım boşunaydı. İçeceğimiz bir bardak çayın bizi neşelendirebileceğini düşünüp oradan çay getirmek üzere ayrıldım. Garipti; çünkü birbirleriyle bile konuşmuyorlardı. İçimi tarifsiz duygular kapladı. Neler oluyordu acaba? Yanlarına çaylarla geldiğimde ikisi birden bana öyle bir baktılar ki, gözlerinde nefret vardı. Havayı dağıtmak istedim yine sustular. Tam o esnada arkadaşım, çayını upuzun tırnaklarıyla karıştırmaya başladı. Tırnaklarını gördüğüm an, üstüme sanki kaynar sular boşandı. Korkuyordum nasıl uzaklaşabilirdim... (Cinler insan kılığına girdiklerinde ya tırnakları uzun olur yada vücutlarının bir bölümü farklı olur) Son çırpınışlarımdı. Kaçmalıydım. Tam o esnada, bugüne kadar sesine sinir olduğum kapı zili, bana en güzel şarkılar gibi gelerek çaldı. "Müsadenizle..." diyip kapıya yöneldim. Sessiz durmaları, beni korkutmuştu; ama kapıyı açmak son çaremdi. Kapıya yöneldim. Kapıda abim vardı. Hızla olayı anlattım. "Hadi gidelim. Çabuk olmalıyız, kaçmalıyız." dedim. "İçerde cinler var." "Nerden anladın?" dedi. Kısaca önemsemeyerek, "Uzun tırnakları vardı." dedim. Abim, hızla yüksek sesle tırnaklarını gösterip, "Böyle mi!" dedi. O anda bayılmışım. Sonra geciken arkadaşlarım geldiğinde beni ayıltılar.

Onunla Karşılaşmak İstemezsiniz

1975 Haziran ayının başında bir olay yaşadım. Tam olarak ne olduğunun yorumunu hala yapmadım; ama benzer olay yaşayan biriyle karşılaşmak isterdim. O gün, her zamanki gibi büyükannem ve dedeme gitmiştim. Akşam üstü eve gitmek için kalktım. Dedem, eski tip asansörün kapısını açmak için anahtar aramaya koyuldu. Sabredemedim, en üst kattan merdivenlerden indim. Birinci kat merdivenlerine geldiğimde inerken apartmanin tamamen cam kapısında dıştan içeri doğru bakan fötr şapkalı bir adamın durduğunu gördüm. Olağan bir şekilde ilerleyip kapıyı açıp çikacaktım; ama adam yerinden kımıldamıyordu.Çekilip bir türlü yol vermedi. Döndüm baktım. Adamın arkasından batan güneşin kuvvetli ışığında yüzünü göremedim. Sadece sülieti gözüküyordu ve oldukça iri yapılıydi. Kenara çekilip bekledim girsin de ben çıkayım diye, gene çekilmedi. Kötü niyetli veya bana şaka yapan biri mi olduguna karar veremedim. Adını koyamadığım bir şekilde, sanki içim üşüyor ve ürperiyordum. Geri dönüyormuş gibi yaparak bir üst katta beklemeye başladım. Eve çıkıp dedemi de üzmek istemiyordum. Adam en az on dakika aynı noktada kımıldamadan durdu. Sonra kapıyı açtı, içeri girdi. Ben de durduğum yerden eğilirsem yukardan görebiliyordum. En sonunda gidiyor diye sevindim. Bir baktım ki adam robot gibi yürüyor. Asansörün önüne geldi. Aynı şekilde hiç kıpırdamadan on dakikada orada durdu. Ne oldugunu anlayamıyordum. Yukardan eğilerek kaçamak bakışlarla inceliyordum. Yaz olmasına rağmen kışlık elbise ve şapka vardı. Ayakkabıları bağcıklı, subay ayakkabısı şeklindeydi. Şapkadan yüzünü göremiyordum. İki basamak indim ve iyice eğilip yüzünü görmeye çalıştım ve şok oldum. Gözlerini göremedim ama yüzü porselen tabak gibi beyaz ve parlaktı. Artık panik oldum. Adam, o anda elini robot gibi yavasça kaldırdı, asansörün düğmesine bastı. Oh! Gidiyor derken elektrikler kesildi.
Adam, birden merdivenlere yöneldi, ben de yukarı doğru fırladım. heyecandan hızlı çıkamıyordum. Kesildim. Bana yetiştiğini görünce telaşlandım ve merdivenden yuvarlandım. Hiç gözümü açmadan bir süre oturdum. Yanıma geldiğini hissettim. Ağlamak istiyordum. Birden elektrik geldi. Gözümü açtım, kimse yok. Önünde oturduğum kapının ardında bir köpek havlıyor, karşi kapıdan anne-çocuk sesleri geliyor. Daha önce hiç ses olmadığını fark ettim.Ertesi gün tekrar geldim. Dedem, balkonda yarım saatten fazla beklediğini, ama benim çıktığımı görmediğini, merdivenlerden seslendigini ama cevap alamadığını söyledi. Ona dış kapıda duran şapkali biri olup olmadığını sordum. Bulundugu noktadan tüm kapı görünür; ama hiç kimseyi görmediğini söyledi. Ben de normal bir olayı kendim değişik yaşadım diyerek yıllarca kimseye anlatmadım. Yıllar sonra bir kitapta, aynı bu şekilde giyinmiş beyaz yüzlü, robot gibi yürüyen , gelince elektrik kesintisi olan varlıkların insanları ziyaret ettiklerini okudum. Bunun öyle bir olay oldugunu zannediyorum. Bir daha olmadı.

Otostopçu

Adamın biri, bir cumartesi gecesi evine dönüyomuş. Birden 15-16 yaşlarında sevimli bir kızın yolun kenarında otostop yaptığını görmüş. Adamın da aynı yaşlarda iki kızı varmış. Hemen arabayı kızın yanına yanaştırmış, “Gece yarısı böyle ıssız bir yerde n’apıyosunuz Allah aşkına? Bu saatte otostop mu yapılır?” demiş. Kız, “Uzun hikaye. Rica etsem beni evime götürür müsünüz? Buraya çok yakın. Bu iyiliğinizi ömür boyu unutmam.” diyerek arka koltuğa oturmuş. Kızın üzerinde cicili bicili, hoş bir elbise varmış. Evinin adresini vermiş. Gerçekten de yakınmış ev. Adam eve vardığında önünde durmuş, “İşte geldik küçük hanım.” diyerek arka koltuğa dönmüş; ama arkada hiç kimse yokmuş. Gözlerine inanamamış tabii. Hemen arabasından inip evin kapısını çalmış. Beyaz saçlı, çok yorgun görünen yaşlı bir kadın açmış kapıyı. Adam heyecanla, “Bana inanmayacaksınız ama yoldan küçük bir kız aldım. Bana buranın adresini verdi ama tam geldiğimizde...” Yaşlı kadın, adamı susturmuş: “Biliyorum, biliyorum.” demiş. “Sonra da ortadan kayboldu değil mi? Bu başımıza ilk defa gelmiyor. Her cumartesi akşamı, aynı şey olur...” Meğer, kız bir cumartesi gecesi diskodan dönerken trafik kazası geçirmiş ve oracıkta ölmüş. Şimdi her cumartesi gecesi, kazada öldüğü yerden otostop yapıp evine gelmek istiyomuş; ama bunu bugüne kadar başaramamış. Kadın bunları anlatırken adamın gözü piyanonun üzerindeki kızın fotoğrafına ilişmiş. Evet, kız aynı kızmış ve üzerinde de aynı elbise varmış.

Ölüler Sayılmaz

Birgün, üniversiteli beş kız, cin çağırmaya karar verirler. Çağırmak için hazırlıklar tamamdır. Seans başlar, cin gelir. Neyse, ertesi günlerde bu cin onlara musallat olur. Kızların gitmediği hoca kalmaz. Birgün, bir hoca tavsiyesiyle cini tekrar cağırırlar. Kızlardan birini dolaba saklarlar. Cin'e, "Kaç kişi olduğumuzu bilemezsen peşimizi bırakacaksın." derler.(dolaptakiyle 5 kişidirler) Cin, "4" der. Kızlar, sevinirler. "Bilemedin. Bir arkadaşımız dolapta." derler. Cin'in yanıtı: "Arkadaşınızı heba ettiniz Peşinizi bırakmayacağım." der. Kızlar, "Nasıl yani?" derler. Cin, "Ölüler sayılmaz. 4 kişisiniz." Kızlar, dolabı actıklarında o kızın kafasız bedeniyle kaşılaşırlar. Cin ise hepsine iğrenç oyunlar düzenlemektedir. Hepsi de tımarhanede, korkunç bir sekilde hayatlarını kaybederler...

Siste Önümüze Çıkan Kediler

Gençken, anneannemin evinde kedi ruhları görürdüm. Benim de Yoda isminde bir kedim vardı ve birbirimize çok yakındık. Birkaç yıl önce, Cadılar Bayramı'nda Yoda, o zamanlar ki erkek arkadaşım Jeff ve ben, bazı arkadaşlarımızı görmek için Kuzey’e gidiyorduk. Jeff, yolun yarısında kedim yüzünden mola vermek zorunda kalınca çok kızmıştı ve Yoda da arabadan kaçmaya çalışmıştı. Yoda, ikinci kez kaçmayı deneyince Jeff onu sertçe yakalayıp arabanın içine atmıştı. Ne yazık ki Yoda’nın burnu, hafif de olsa yaralanmıştı. Jeff’e bu davranışından dolayı çok kızmıştım. Yoda da ben de kızmış olsak da Kuzey’e doğru yolculuğumuza devam edecektik. Hava çok karanlıktı ve her yer sis içindeydi. Yolda giderken birden karşımıza yolun ortasına oturmuş kediler çıkıverdi. Hareket etmiyorlardı ve biz de mecburen durmak zorunda kaldık. Jeff, onların yanından her seferinde geçmeye kalktığında kedilerden bir kaçı arabanın önüne yönelip tekrar yola oturdular. Jeff, 7-8 kere benzeri denemelerde bulundu; ama sonuç hep aynıydı. Sonunda Jeff, yüksek sesle, “Tamam, mesajı aldım.” diye bağırdı. Yola baktık. Kediler yolda değillerdi...

Taksici

Bir gece Ali adındaki bir taksici, ekmek parasını kazanmak için geç saatlere kadar çalışmış. 4-5 tane müşterisini istedikleri yerlere bırakmış. Fakat o gece hava oldukça yağmurluymuş. Ali, tam eve gidecekken kaldırımda bir kadın görmüş. Ali de kadını evine bırakmak için arabasına almış. Daha sonra Ali Kadına şöyle söylemiş: "Sizi nereye bırakmamı istersiniz?" Kadın ise: "Hayalet Kasaba." demiş. Ali de biraz düşünmüş. İçinden ’’Bu kasaba yıllar önce bir depremde yıkılmıştı. Peki bu kadını oraya nasıl bırakacağım?’’ diye geçirmiş. Daha sonra kadının gözlerine bir bakmış. Çok şaşırmış; çünkü kadının gözleri kırmızıymış. Kadının bir cin olduğunu anlamış ve içinden Kelime-i Şahadet getirmiş. Cin ise bunu anlayıp hemen Ali’ye, ‘‘Dur!’’ emri vermiş. Ali ise, arabayı durdurup kadına:
"Niçin arabayı durdurmamı istediniz?" demiş. Kadın ise: "Ben bir cinim. Sana bir uçurumu, Hayalet Kasaba olarak gösterecektim. Sen de ölecektin. Ama içinden Kelime-i Şahadet getirip beni etkisiz halde bıraktığın için ölmeyeceksin." demiş ve oradan uzaklaşmış.

Undula Mezarlığı

Olay, geçen yüzyılın başlarında, Basmalkap'ın ücra bir kasabası olan Undula'da gerçekleşmiştir. Undula'nın bildiğiniz taşra kasabalarından bir farkı yoktur. Halk gündüzleri rutin işleriyle uğraşır. Akşamları herkes evlerine çekilince ortalık sessizleşir. Çok sıkıcıdır. Kış, dişlerini göstermeye başlamıştı. Hava rüzgârlı ve yağmurluydu. O gece, kasabanın barı tenhaydı. Demircinin kalfası Bot Mandaval, iki genç arkadaşıyla bir köşede oturmuş piyizleniyordu. Ordan burdan konuşuyor, ara sıra da gülüşüyorlardı. Gece ilerledikçe, mevzular tükendi. Geyik faslı başladı. Gençler, cesaret konusuna girmişlerdi. Mandıracının oğluyla, kumaşçının tezgahtarı birbirlerine girmişti bile! O arada Bot, biraz sonra geleceğini söyleyerek kalktı gitti. Az sonra elinde demir bir kazık ve çekiçle döndü. ''Bakın! Ben şimdi gidip bu kazığı Bady Badala'nın mezarına çakıp geleceğim!'' dedi. Aklınca en cesaretlinin kendisi olduğunu ispat edecekti. Yaşlı Bady Badala, geçen hafta ölmüştü. Bot, ona her zaman şakalar yapar, çok kızdırırdı. Undula Mezarlığı, kasaba dışında, insanların gündüz bile mecbur kalmadıkça geçmedikleri, uğursuz saydıkları bir yerdi. Arkadaşları, Bot Mandaval'ı gitmemesi için caydırmaya çalıştılarsa da fayda etmedi. Bot, pardesüsünü giydi, çekiçle kazığı alarak yola çıktı. Yağmur hızla yağıyor, rüzgâr ıslık çalarak esiyordu. Bot, mezarlığa yaklaştıkça korkmaya, kalbi küt küt atmaya başlamıştı. "Neden bu işe kalkıştım!" diye kendi kendine kızıp küfrediyordu. Bir an önce şu kazığı çakıp hemen bara dönmekten başka birşey düşünmüyordu. Daha geçen hafta geldiği için mezarın yerini kolayca buldu ve aceleyle kazığı mezara çaktı. Bu arada arkadaşları, Bot'un mezarlığa gidemeyip, yarı yoldan geri döneceğini konuşup gülüşüyorlardı. Ama aradan epey zaman geçip de Bot'un hala gelmemesi üzerine endişelenmeye başladılar. Bot, kazığı çaktı ve hemen arkasına dönüp oradan uzaklaşmak istedi. Ama o ne! Yerinden kıpırdıyamıyordu. Bady'ye yaptığı tatsız şakalar hızla aklından geçti. Bady, Bot'u sımsıkı tutmuş bırakmıyordu. Bot'un kalbi patlamalı motor gibi atıyordu. Korkudan dönüp arkasına da bakamıyordu. Şafak söküyordu. Bardakilerin merakı had safhaya gelmişti. Erken kalkmış kasabalılarla mezarlığın yolunu tuttular. Kasabalılar, önce mezarlıkta kimseyi göremediler; ama Bady Badala'nın mezarına yaklaştıklarında karşılaştıkları manzara korkunçtu. Zavallı Bot Mandaval'ın gözleri yuvalarından fırlamış, yerde cansız yatıyordu. Uzun süre tırmalamaktan toprakta çukurlar oluşmuştu. Evet ,Bot kazığı çakmıştı çakmasına ama aceleden pardesüsünün eteğini de beraber !!!

Time
 
Site Hakkında
 
Amacımız
Metal Müzik
Satanizm
Gizli İlimler
ve sıkça sorulan,
merak edilen konular
hakkında bilgi vermek,
paylaşımlar yapmak,
yanlışları düzeltmek, uyarmak
bilinmeyenleri öğretmek
ve yol göstermektir.
...

Unutmayın !
Hiçbirşey Sır Kalmayacak..
DipNot
 
⇒ Administor : FLAGA

⇒ Modaretör : RATZ

•••

Sitenin yapımında ve
yayınında emeği geçen,
sitemizi ziyaret eden
herkeze teşekkürler..
Saygılar..

Yine Bekleriz ;)


© Copyright 2008 © LLC
Her Hakkımız Saklıdır.

█║▌│█│║▌║││█║▌ ║▌║
 
Bugün 32 ziyaretçi (35 klik) kişi burdaydı!
HeLLFire † 666 Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol